Sunday, October 31, 2010

Çanakkale Üzerinde Bir Şahin: Hans Joachim Buddecke (1890-1918)

Hans Joachim Buddecke* (22 Ağustos 1890 – 10 Mart 1918) erken dönem Alman aslarından bir Birinci Dünya Savaşı uçucusu, "Chef der Flieger auf Galipoli"**. Buddecke, Mayıs 1916'da Prusya Krallığı'nın en önemli askeri madalyası olan Pour le Mérite ile ödüllendirildi: Max Immelmann ve Oswald Boelcke'den sonra bu madalyayı alan üçüncü pilot. Buddecke, Lens, Fransa üzerinde Naval 3, RNAS'a ait Sopwith Camel avcı uçaklarıyla yapılan bir hava savaşında öldü. Asker olan babası, ölümünden sonra 1918'de anılarını "El Schahin" adıyla yayınladı. Önsözde "Bu anılar, İzmir'de bulunduğu sırada yazıldı" diyor. Bu kitabı Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Bülent Erdemoğlu çevirisiyle yayınladı***. Zaten ben de ondan bu kitap sayesinde haberdar oldum.

Çevirmen, "Askeri havacılığımızın kuruluşunda emeği geçenleri, Kıbrıs'ta Amerikan ambargosu sonucu alçaktan uçmak zorunda kalarak şehit düşürülen Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel başta olmak üzere görev başındaki tüm havacılarımız ile görevi sırasında can vermiş havacılarımızı burada saygıyla anmak istiyorum." [1] diyor. Eskişehir konuşlu 112. Filo'nun bir uçucusu olan Hv. Plt. Yzb. Cengiz Topel, 8 Ağustos 1964'de Yunan hücumbotlarına alçak irtifadan F-100D Super Sabre uçağıyla saldırırken uçaksavar ateşiyle düşürüldü. Uçağının kendi attığı bombalardan isabet alarak düştüğü de söyleniyor [2]. "Amerikan ambargosu sonucu alçaktan uçmak zorunda kalarak sehit düsürülmesi" açıklamasının pek doğru olduğunu sanmıyorum: çok hızlı yön değiştiren gemilere güdümsüz bombalarla alçak irtifadan saldırmak garip değil. Zaten Amerikan ambargosu Şubat 1975-Eylül 1978 arasında gerçekleşti.

Kitabın başında Türk askeri havacılığının doğuşunun güzel bir özeti var. Çevirmen, 2008'de Çanakkale'de tesadüfen tanıştığı emekli eczacı Şevki Suda'dan öğrendiklerini yazıyor:
"... babam hep anlatırdı, savaşta Bodege diye bir Alman pilotunu bire bir tanımış." Bunun üzerine 1940 doğumlu Şevki Suda'dan 1888 doğumlu Hüseyin Kazım Suda'dan dinlediklerini anlatmasını rica ettim. Girit'in Hanya kentinde doğan Yargıtay'dan emekli Hüseyin Kazım Suda, Hukuk Fakültesi'nde öğrenciyken 1915'teki Seferberlik'te okulu bitirmeden İstanbul'da askere alınıyor. Rumca bildiğinden, sivil giysili istihbaratçı olarak askerlik görevini yapmaya başlıyor. Çanakkale savaştan dolayı boşaltılınca, Suda ve ailesi Çanakkale'nin kuzeyindeki Özbek Köyü'ne göçüyor. Hüseyin Kazım Bey savaş sırasında herhalde bu taşınma işine yardım için olsa gerek, kısa süreli bir izinle ailesinin yanına geliyor. Bu sırada "Mülazım Bodege"nin hava çarpışmalarının tanığı oluyor....Bodege Çanakkale'de çok bilinen bir adam. Ölüm haberi gelmiş kente. Millet bayağı bir matem yapmış. Kim olduğunu biliyorlar. Çünkü Bodege burada halkın arasında yaşarmış." [3]

Anılar, yazarın Hassa Alayı'nda Teğmen iken "görmek" için İndianapolis'e gitmesiyle başlıyor. Burada ilk uçağını satın alıp kendi kendisine pilotluğu öğreniyor. Buddecke tam da uçak üretimi için bir grup işadamıyla anlaşmak üzereyken Birinci Dünya Savaşı çıkıyor. Vatansever Alman genci kimliğini gizleyerek ülkesine dönüyor ve askeri pilot oluyor: "Indianapolis'te yaşayan tüm Alman aileler, geniş bir salonda toplanarak, Kayzer ve vatan için üç kez "Hurra!" diye bağırdılar. Birbirimize danışarak Almanya'ya nasıl gideceğimizi konuştuk. Yaşlı Amerikalı Almanlar bizim için önemli ölçüde yardım sağlamışlardı. New York'a ilk olarak ben gittim...Benim kadar çok çabalayan yoktu." [4]

Buddecke'nin düşürdüğü 13 uçağın listesi kitapta yok, ama Internet'de var. Kitapta genel olarak tarihlerin ve uçtuğu/düşürdüğü uçak modellerinin belirtilmemesi talihsizlik. Görünüşe göre Fokker Eindecker, Fokker E.III [5], Halberstadt D.II ve Pfalz D.IIIa ile uçmuş.

Buddecke, ilk hava savaşlarını ve Braunschweig Dükü ve Prens August Wilhelm'in ziyaretlerini anlatıyor. Sonra, Türkiye'ye gitmek için gönüllü oluyor ve Aralık 1915-Nisan 1916 arası Gelibolu'da uçuyor: ulaşım çok zor ve yaşam koşulları pek zorlu: "Gelibolu'da büyük bir pilot sıkıntısı vardı. Düşman uçak birlikleri, bombalamak istedikleri her yere sorunsuzca gelebiliyorlardı...İyi pilotlarla donanmış üç Fokker [avcı uçağı], artık kendisini gösterebilirdi. Üç pilot, altı teknisyen ve bir çevirmenden oluşan birliğin yönetimi bana verildi. Gerekli diğer kişilerle araç gereci, kendim bölgeden bulacaktım." [6]

Buddecke, bu dönemde 4 kesin ve 7 olası hava zafer kazanıyor. Osmanlı Hava Kuvvetleri'nin başındaki Erich Serno ile görev yapıyor, denizaltıcı Otto Hersing'den [7] övgüyle bahsediyor ve Liman von Sanders ile tanışıyor. Ikinci düşürdüğü ve Gelibolu'daki ilk kesin başarısından sonra inişini anlatıyor: "Buraya doğru koşusan insanların gözünde, acımayla karışık bir gülümseme vardı. Elerimi, elbiselerimi ve ayakkabılarımı öptüler. "Allah herşeye kadirdir" dediler "...ve Almanlar." O akşam kutlamalar yağdı." [8] O gün düşürdüğü ilk uçak sanıyorum denize düştüğü için "olası" kalıyor. "Bunun [İngilizler'in çekilişinin] duyumunu aldık. Böylece, burada büyük bir savaşım kazanılmış oldu. Aynı gün, bir önceki akşam olanları izlemiş olan bir Türk köylüsü, bana bir tencere yoğurdu armağan etti. Yoğurt çok lezzetliydi." [9] Enver Paşa, Buddecke'nin bir hava zaferine tanık oluyor, onunla tanışıyor ve bir madalya takıyor. [10]

Buddecke Batı cephesine dönünce Jasta 4 ile uçuyor ve üç kesin zafer kazanıyor. Pilotlar arasındaki rekabetten bahsediyor: "Başkasının yine bir tanesini düşürdüğünü duymak, herkesin hoşuna gitmiyordu." [11] Eski dostu Jasta 4 komutanı Rudolph Berthold Jasta 14'ün başına getirilince Jasta 4 komutanı Buddecke oluyor: anılarında bunu belirtmemesi ilginç.

Buddecke Aralık 1916'da Türkiye'ye geri dönüyor: "...yeniden Çanakkale. Gezici sirkimin buraya ulaşması, uzun bir yolculuğun sonunda gerçekleşmişti...Burada dövüşmek, Fransa'da olduğundan değişikti. Orada her şey el altındaydı. Yeni bir uçak için bir söz yetiyordu." [12] Görünüşe göre Buddecke Izmir yakınlarındaki bir Alman filosuna atanıyor ve Gelibolu'dan geçerek yeni görev yerine gidiyor: muhtemelen buradaki uçucularla beraber. Birkaç defa yer değiştirdikten sonra İzmir semalarındaki ilk hava savaşında silahları sorun çıkardığı için uçak düşüremiyor. [13] "Bir telgraf , beni ivedilikle İzmir'e çağırıyordu. "Şehrin üzerinde uçaklar var." Sabah erken, Körfez'deki alana iniş yaptım ve gizlendim. Elde olanların tümüyle kuş kamufle edildi. Bu biçimde iki gün pusuda bekledim. Üç gün sonra..."İzmir'e doğru üç uçak" diye bildirdi." [14] Anladığım kadarıyla Buddecke "sirkini" düşman hava faaliyetleri raporlarına göre konuşlandırıyor. "Şimdi savaş hiç istemediğim biçimde kent üzerinde olacaktı. Tüm uluslardan izleyicilerle dolu bir tiyatro sahnesinde gerçekleşecek bir çarpışmanın sonucunu kimse bilemezdi." [15] Arka arkaya iki zafer kazanarak sahneden yüzünün akıyla çekiliyor. [16] "Üzerimde olan ve görmemiş olduğum bir üçüncü, eve dönüş yolunu tuttu." [17] "İzmir kenti, koruyucusuna değerli bir altın plaket vererek teşekkür etti." [18]

Kitabın son bölümü "Anadolu Manzaraları" başlıklı: Buddecke burada Anadolu içlerine yaptığı uzunca süren bir av gezisinden bahsediyor. İsmini belirtmediği küçük bir kasabada önde gelen bir ailenin evinde kalıyorlar. Hamama gidişlerini, sonrası akşam yemeğini ve yer yatağında yatışlarını anlatıyor. İzmir semalarından düşman uçaklarını söküp atan Alman pilotu misafirperlikle ağırlayan bu ailenin tam olarak bulunması çok hoş olur!

1918 başında Türkiye'den ayrıldıktan kısa bir süre sonra ölen bu kahraman Alman pilotu saygıyla anıyorum. Berlin'e yolum düşerse Invalidenfriedhof Mezarlığı'na gidip mezarını ziyaret edeceğim: "Ruhe in Frieden".


* http://en.wikipedia.org/wiki/Hans_Joachim_Buddecke
** Osmanlı havacı üniformasıyla güzel bir fotoğrafı: Sanke Card #371
*** Çanakkale Üzerinde Bir Şahin, Hans Joachim Buddecke, Çeviren ve Hazırlayan: Bülent Erdemoğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Baskı, Mart 2009, xxv+123 sayfa

[1] s.vii
[2] http://www.tayyareci.com/hvtarihi/cengiztopel/yerde.asp
[3] s.xxii
[4] s.22
[5] Fokker E.III 345/15, Oblt. Hans Joachim Buddecke:
http://www.mincbergr.net/index.php?page=fokker-e-iii-345-15
[6] s.56
[7] s.63. Bkz. Çanakkale Denizaltı Savaşı,
Otto Hersing, Çeviren: Bülent Erdemoğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2007
[8] s.76. Muhtemelen 6 Ocak 1916.
[9] s.76
[10] s.81. Muhtemelen 12 Ocak 1916.
[11] s.95
[12] s.105
[13] s.109
[14] s.110
[15] s.111.
[16] s.111. Muhtemelen 30 Mart 1917.
[17] s.111
[18] s.122

Thursday, October 21, 2010

"switch...case" vs "if...else if" for String Handling

I posted to the Devx.com forum a suggestion for handling a string via "switch...case" instead of "if...else if" and asked expert opinion in June 2007:

We use C for developing embedded systems software. A function assigns a function pointer based on the "action_name", see LISTING 1. I don't like such "if...else if" statements although the below one is short and easy-to-follow. Consequently, I replaced the "if...else if" statements to a "switch-case" statement. Certainly, the new code is much longer, see LISTING 2. As I don't use function pointers, but call some static functions there are some other differences. The major issue is deciding what to do. Here, a string holds all the supported actions, namely "s_Actions". The "actions" enum lists the "index" of each "action_name" in this string. For example, "GetCurrentConnectionIDs" "action_name" starts at 17th character. Please note that I separated the action_names with "_".

The advantages of LISTING 2:
1. All the supported actions are clearly listed with the "s_Actions" string.
2. There is only one function call, namely strstr(), to decide what to do instead of N strcmp() calls.
3. The strstr() call works like a hash function as it converts a string to an index. Although, it takes more lines to write, the logic is to closer to how my brain works: I don't think in terms of "if...else if"s because as I know all the supported actions just by looking the "action_name", I decide what to do.

The disadvantages of LISTING 2:
1. It takes more lines and time to develop code.
2. It is necessary to assign "index" numbers manually and updating it may be a boring and error-prone task.

However, I personally prefer LISTING 2 over LISTING 1. What is your opinion? Thanks for your interest.

(All the debug related lines etc are deleted below)


Unfortunately, I haven't received much useful comment. I still believe the technique I suggested is better suited to the embedded systems.

Tuesday, October 12, 2010

Hayat Mezarda, Stratis Mirivilis (1930)

Midilli'li Stratis Mirivilis'in (1890-1969) gözden geçirilmiş baskısı 1930'da çıkmış Hayat Mezarda* romanını Dr. Kriton Dinçmen çevirisiyle okudum. Görünüşe göre başka bir çevirisi de var [1]. Yazar, 1912-22 arasını savaşarak geçirmiş görünüyor: Balkan Savaşları, 1. Dünya Savaşı ve ardından Yunanistan'ın Anadolu'yu işgaline katılmış. Eser, yazarın 1. Dünya Savaşı'nda Makedonya Cephesi'nde savaşırken yasadıklarına dayanıyor: Fransa'nın desteklediği Yunanistan Almanya'nın desteklediği Bulgaristan ile azap verici siper savaşları yapmaktadır. Roman, savaşta alev makinesiyle yanarak ölen Çavuş Andonis Kuçulas'ın anılarından oluşuyor ve Yunanistan'da iki defa uzun süre yasaklanmış. Genel olarak "yönetici" sınıf mensupları pek vasat ve sığ olarak resmedilmiş. Özellikle Midilli Ada Tümeni komutanı "Balafaras" lakaplı General göbekli, iri yapılı, gösteriş seven ve askerlerinin yaşamıyla ilgisiz pek vasat birisi olarak neredeyse karikatür gibi duruyor.

Ege hasreti, firar edenler, kurşuna dizilenler, yoğun topçu saldırıları...Roman, I. Dünya Savası’ndaki siper savaşlarıyla ve o dönemle ilgili ayrıntılarla dolu:

s.129: "Alman tayyarecilerin asker grupları üzerine attıkları demirden ok demetleridir."

s.246: [Bir askere karısından gelen mektuptan alıntı] "... paralar tükendi ve simdi ekmekten yoksunuz. Dört gündür kü, Avranitis'in fırınından ekmek alamıyoruz. Ağırına gitmesin...veresiye almaya son gittiğim defa göz kırptı ve bana dedi: önce sen, bir ara yukarıya çık da ödeşelim sonra da gene veresiye sana yaparım. Allah onun belasını versin...Yeğen Stavriça'nın eliyle sana yazan ben karın Asimenia ve sana buse veriyorum."

s.248: [Firar ettiği sanılan mükemmel asker Zafiru'nun cesedi Fransızlardan kalan fosseptik çukurunda bulunur] "... çukuru tepelemesine doldurduk. O zaman da, bir emir çıktı: angaryaya erler çıkacak, eski tahtaları çekip yan tarafa açılacak yeni bir çukurun üstüne koyacak. Aynı angarya ekibi de, eski çukuru taş ve toprakla doldurup tıkayacak. Laf!..taşları uzaktan getirmek gerek...Öyle olunca da, askerler, ...yasak savarcasına çukuru sadece toprakla örtmüşler...Zafiru işemek için helaya gider. O akşam hepimize konyak dağıtmışlardı...Yeni helaya gideceğine , dosdoğru eskisine gider...Dosdoğru dibe!...boklarla tıkanmış olarak can vermiş....Balafaras'ın şöyle yazdığını düşün: 'Zafiriu müttefik Yunan-Fransız bokları ile kahramanca cebelleşerek ölmüştür. Ve, maalesef şerefli ölüm anında ağzı tıkalı olması nedeniyle 'yasasın vatanımız' diye bağıramamıştır...' "

s. 273: "Başka bir gece Fikos, basının yarısı tıraş olmuş gibi uyanmıştı; basta, herkes bunun bir saka olduğunu zannetti; ancak, biraz sonra, Fikos'un yağ kandilinin tam altında uyumuş olması nedeniyle, kandilden damlayan yağın genç çocuğun saçını üstünde kuruduğu, ve farelerin saçın yağlı kısmını yemiş oldukları anlaşıldı."

s.279: [Bulgar siperlerinden gelen] "Türkçe şarkının sözlerini, biz adalılarla Anadolulular iyi kötü anlıyorduk. Ve, bizlerde şarkıyı kalplerimiz de söyledik...İkinci kez o güzelliği tatmamızdan sonra, üstçavuş bir gece devriyesine, Bulgar tellerine vardıklarında, oraya asmak üzere ve kalın Latin harfleri ile "achk olsun, merakli kardach" yazılı bir levhayı verdi...[Şiddetli bir Fransız topçu saldırısından sonra] Şarkıya gelince...bir daha hiç duyulmadı. Karşıdaki şarkı öldürüldü. Kaç defa ön siper tümsekliğine tırmandık...her gece yerlerimizi alıp bekliyorduk...Bir daha...hiç...ama hiç o şarkıyı duymadık."

s.280: "Türkçe bilen pek çok Ayvalıklı ve Edremitli arkadaş yavaş yavaş abrimize sızıp [Firar edip Yunan siperlerine kaçan Bulgar asker] Petrof'un ağzından firar öyküsünü öğrenmeye geliyorlar. O da üşenmiyor ve her yeni gelene yeniden bastan aşağı tüm ayrıntıları ile anlatıyor."

s. 285: "Kendisi [Onbaşı yardımcısı Dimitratos] üç çocuk babası ve evlidir. Birgün karısına söyle bir mektup yollamış. "Sevgili karım. Dört çocuk babası olan askerler siperden kurtulurlar...ne yapıp yap, bir an önce bizim çocukların sayısını tamamla...Sonuç: gönüllü deyyusluk, gönülsüz ölümden evladır...Kasap Apostal'a git ve bu hususta bana yardımcı olması için benim de ricacı olduğumu söyle...Şayet de, -inanmıyorum, ya - bu konuda zorluk çıkaracak olursa, benim de, -simdi ilk kez açıklıyorum- kendi izni olmadan kendisine aynı yardımı yapmış olduğumu söyle. Tereddütleri varsa, Mirgula'ya sorarsa öğrenir..." Sansür, mektubu Alay'a göndermiş."

s.333: "Bölüğün ve bütün alayın içinde tuhaf bir skandal patladı. Dünden beri herkes bundan söz ediyor. Arkadaşım Dimitratos'un siperimizde [para karşılığında] hasta ve sakat üretmekte olduğu anlaşıldı....Soruşturmayı yürüten üsteğmen, hem sırt çantasını hem de yuvasını karıştırmış. "İş"ine ait pek çok ıvır zıvıra rastlamış...Kükürtlü öyle sigaraları vardı ki, hekime ciddi bir hastalığı düşündüren arazlı bir öksürüğe neden oluyordu. Erler kendisine "usta" takma adını vermişler ve hiçbiri kendisini ihbar edemiyormuş."

Ufak tefek Türkçe hataları kitabin tadını biraz bozsa da [2] Egeli bir yazarın 1. Dünya Savası’nı resmedişi kesinlikle okumaya değer.

* Hayat Mezarda! Savaşın Kitabı, Stratis Mirivilis , Çev. Kriton Dinçmen, Arion Yayınevi, 2.Baskı, İstanbul, 2006 [Kitabın adı kapakta "Hayat Mezarda! gençlik siperlerde -savasın kitabı-", iç sayfalarda "Hayat Mezarda!..", "Hayat  Mezarda!.. -Savasın Kitabı-" ve Arion Yayınevi web sitesinde "Hayat Mezarda" olarak görünüyor.]
[1] Mezarda Hayat, Stratis Mirivilis , Çev. Nevzat Hatko, Can Yayınları, 1.Baskı, İstanbul, 2008 [Bu başlık romanın İngilizce adı "
Life in the Tomb" ile uyumlu gibi duruyor]
[2] Örneğin s.337'de "istdiğimin" sanıyorum "istediğinin" olacak.